Simdiye kadar tesadüf ettigim insanlardan bir tanesi benim üzerimde belki en büyük tesiri yapmistir. Aradan aylar geçtigi halde bir türlü bu tesirden kurtulamadim. Ne zaman kendimle bas basa kalsam, Raif Efendi'nin saf yüzü, biraz dünyadan uzak, buna ragmen bir insana tesadüf ettikleri zaman tebessüm etmek isteyen bakislari gözlerimin önünde canlaniyor. Halbuki o hiç de fevkalade bir adam degildi. Hatta pek alelade, hiçbir hususiyeti olmayan, her gün etrafimizda yüzlercesini görüp de bakmadan geçtigimiz insanlardan biriydi. Hayatinin bildigimiz ve bilmedigimiz taraflarinda insana merak verecek bir cihet olmadigi muhakkakti.
Böyle kimseleri gördügümüz zaman çok kere kendi kendimize sorariz: "Acaba bunlar neden yasiyorlar? Yasamakta ne buluyorlar? Hangi mantik, hangi hikmet bunlarin yeryüzünde dolasip nefes almalarini emrediyor?" Fakat bunu düsünürken yalniz o adamlarin dislarina bakariz; onlarin da birer kafalari, bunun içinde, isteseler de istemeseler de islemeye mahkûm birer dimaglari bulundugunu, bunun neticesi olarak kendilerine göre bir iç âlemleri olacagini hiç aklimiza getirmeyiz. Bu âlemin tezahürlerini disari vermediklerine bakip onlarin manen yasamadiklarina hükmedecek yerde, en basit bir beser tecessüsü ile, bu meçhul âlemi merak etsek, belki hiç ummadigimiz seyler görmemiz, beklemedigimiz zenginliklerle karsilasmamiz mümkün olur.